2 Aralık 2012 Pazar

Postcrossing'e Devam!

Postcrossing'e son hız devam ediyorum. 14 kart yolladım, 11 tane aldım, 5 tane de yolda!

Rusya'da küçük bir bebekleri olan çifte yolladığım kart, 28 günde, 1,974 km yol katederek yerine ulaşmış!



Bu kartı ilginç kılan aslen kendisi Rus olmakla beraber profilinde TÜRKÇE bildiğini yazan babaydı. Ben de kart Türkçe yolladım, değişiklik olsun diye.

Kart ellerine geçince bana yolladıkları mesaj da şöyle:
"Iyi gunler!Postkarda cok teshekkur ediyorum!Gec en bayraminizle kutluyorum! Rusyada da bu bayrami kutluyorlar! Shekerler ichin de chok teshekkur ediyorum!"




Ben bu kart işini seviyorum ya! Hatta ilginci almaktan ziyaze yazmayı seviyorum. Renkli kalemlerim, kalpli sitikırlarımla :))

Bu günlerde Filistin ağırlıklı kart gönderiyor veya yazılarımda bu işgale değiniyorum! Sosyal sorumluluklarımı da unutmuyorum yani!

22 Kasım 2012 Perşembe

Ne Okudum?

Uzun zamandır yazamayalı okuduklarım da birikti tabi.

Adını yıllardır övgüyle duyduğum, şeytanın bacağını kırıp da okuyamadığım insanlardandı MUSTAFA KUTLU: Şu an sinemada oynayan, benim de izlemek istediğim, UZUN YOL onun bir kitabından uyarlama bu arada.

ARKAKAPAK YAZILARI- MUSTAFA KUTLU


Kapaktaki fotoğraf tarzından, siyah beyaz bir fotoğraf var her hikayeyle beraber. Kah hikayeyi okuyorsunuz, kah fotoya bakıp dalıyorsunuz... Güzel bir tasarım olmuş.

Hikayeler hayatın ta kendisi, insanda güzel duygular uyandıran cinsten. Şiddetle Tavsiye Ederim!

Hep güzel kitaplar okuyamıyoruz tabii. Aslında ben kitap okumada çok seçiciyim. Rastgele herşeyi okumam. Evvela bana bir şeyler katması lazım, maddî ve manevî. Tutup gerilim, fantastik vb. gibi insana zaman kaybından başka hiç
birşey kazandırmayan kitaplarla işim olmaz mesela... Zamanın gerçekten çok değerli!

İşte şimdiki kitap da TAVSİYE ETMEYECEĞİM cinsten. Kitabın sunum yazısın okuyunca bana bir şey katar sanmıştım. Meşhur bir İran yazarı olduğunu okuyunca, Fars edebiyatı hakkında bir şeyler öğretir diye düşünmüştüm. Yani yine iyi niyetle çıkmıştım yola. Yayınevi kaliteli kitaplar basan bir yer (YKY). Çevirmenin adını da bilmeyen yoktur; Behçet Necatigil. İşte bu referanslarla okumaya başladım.

Zaten başlarda ne oluyor pek bir anlam veremedim. Hatta sonuna kadar veremedim :). Zaten o yüzden okudum sonuna kadar, belki anlarım diye :)). Ben İran edebiyatını tanımak adına yola çıktım, yazarın adı SADIK HİDAYET, ama karşıma Allah tanımaz, uyuşturucu ve şarap düşkünü bir yazar çıktı! Hayal kırıklığı oldu benim için.

KÖR BAYKUŞ- SADIK HİDAYET



Pek de anlaşılacak bir şey yok. Zaten kitabın tarzı bu. Ama şunu itiraf etmeliyim ki anlatımı çok iyi insanı sürüklüyor ve merak ettirip okutuyor. Tavsiye etmiyorum niye mi? Saçma sapan örnekler, ilişkiler... Boşa kafamı gereksiz şeylerle doldurdu.

Ama benim kazanımım şu oldu:
Allah'a, dine hayatında yer veremeyen bir insanın ne kadar ruhsal çöküntüye uğradığını, ne denli büyük acılar çekebildiğini, beyninde nasıl fırtınalar koptuğunu gördüm.

23 Ekim 2012 Salı

Postcrossing Denen Şey...

İlk defa Anne cafe'nin blogunda haberdar oldum postcrossing'den. Tüm dünyadan hiç tanımadığın insanlara kartpostal yolluyorsun, hiç tanımadıkların da sana!
Çok hoşuma gitti bu organizasyon. Ama pek kolay olmadı katılmam...

İnternetten hemen üye olup adres aldım ama... Öncelikle yollayacak kartpostal bulmam gerekiyordu. Oturduğum mahalledeki tüm kırtasiyeri dolaştım "Abla artık kimse kart yollamıyor ki..." gibi tepkiler eşliğinde görüntü kalitesi aşırı düşük bir kart buldum, ayaküstü yazdım, yolladım. Bu serüvenimde 17 aylık oğlumda yanımdaydı, baya ter döktüm ilk kartımı yollayana kadar... ( buradaki TER DÖKMEK mecazi değil, gerçek anlamda kullanılmıştır.)

Bu minval üzere 8 kart yolladım, 3'ü yerine ulaştı, bana da 2 kart geldi.

Bana gelen iki adet kart:




Malezya'dan yollayan arkadaş bir de kendisi dergi sayfasından zarf yapmış. Gelen 2 kartta pul da var üstelik!



Ama NEREDEN KART BULACAĞIM düşünceleri beni derinden sarsmaya, gece uykularımı kaçırmaya başladı. Zira her gördüğüm kırtasiyeden kart sormaktan bitap düştüm. Bu gün işin kaynağına, Ankara'nın eski toprağına yani ULUS'a gitmeye karar verdim. Heykel'in parelelindeki avlulara bakan yıllar öncesinin kırtasiyelerine gittim. 1990'larda annemle buralara geldiğimizi hatırlıyorum... Çok şükür aradığımı buldum. Girdiğim 6-7 kırtasiyeden üçünde kart vardı! 10 kadar kart aldıktan sonra istikamet postanın merkezi ULUS PTT!

Aldığım kartlardan:


Ulus şubesi hafta sonları açık olmasıyla meşhurdur. Esas amacım PUL almaktı. Bir de internetten PTT'de de kart satıldığını okumuştum. Hemen kartları aradı gözüm. Ortada bir stand var üzerinde kartlar. Başladım incelemeye... Bir de ne göreyim ÜCRETSİZDİR yazıyor kartın arkasında. Sonra güvenlik görevlisine sordum. O da ücretsiz olduğunu, istediğim kadar alabileceğimiz söyledi. Bir an kendimi kaybetmişim 30 tane falan almışım :)). Ama daha çoook var merak etmeyin, hepsini almadım yani.

O PTT kartlarından bazıları:


Pul alamadım çünkü hafta sonları pul satılmıyormuş. Şu an 5 tane yolda kartım var. Sabırsızlıkla yerlerine ulaşmalarını bekliyorum :). Şimdilik hoşuma gitti bu iş. Ne kadar devam ederim bilmiyorum. Duruma göre bakacağız artık :)

29 Eylül 2012 Cumartesi

Ne Okuyorum?

Telefonla arayıp kitap satma modası var... Arifan yayınlarından aradılar. Daha önce de bu şekilde bir kitap almıştım onlardan. Ben de nasıl bir kitapmış diye merak edip sipariş verdim. Normalde aynı kitaptan altı tane gönderiyorlarmış, siz de tanıdıklarınıza hediye ediyormuşsunuz ama, ben BİR TANE ALAYIM dedim.

Kitabın adı: Peygamber Sevgisinin Alametleri;
Yazarı: Ahmet Mahmut Ünlü nam-ı diğer Cübbeli Hoca

Daha başındayım kitabın. Yorum yapmak için henüz erken ama...


Vaazlardan yazıya geçirilmiş. Onun için KONUŞUYORMUŞ havası var kitapta. Sanki vaazı dinliyor gibi hissediyor insan kendini. Tabi Hocanın esprili ifadeleri de kendini gösteriyor bu arada.

Yazıların puntosu büyük, dili de sade olunca çok kolay okunuyor kitap.

25 Eylül 2012 Salı

Ne Okuyorum? "Kayıkhane Durgunu"

Beni tanıyanlar iyi bilir yıllarımı ERHAN GÜLERYÜZ sevdası ile geçirdiğimi :)... Kendisini hale muhabbetle takip etmekteyim. Yıllar önce aldığım kitabı bu akşam geçti elime, hem hüzünlü, hem espirili, özgün şiirler... Hayatın ta kendisi var bu kitapta!

Erhan Güleryüz'ün ikinci şiir kitabı: Kayıkhane Durgunu



Kitabın kapağındaki masum ve şaşkın çocuk da mı kim? Elbette şair, bestekar, müzisyen, gitarist, sunucu Erhan GÜZERYÜZ :)


Kitaptan;

İSTER İNAN; İSTER İNANMA

İnanmayacaksın belki...
Çocukken çok üzüldüğüm vakitler
melekler görürdüm ben.
O yüzden korkmam ölümden.



AŞK ACISI

Kim derse "geçer" diye
Ona geçsin bu acı.

13 Eylül 2012 Perşembe

Gözün Aydın Türkiye!

Yeni eğitim öğretim süreci bol tartışmalı birazca karışık olarak başlamak üzere. 4+4+4'ten bahsediyorum. Hükümetin bu konuda bazı eksikleri olmakla beraber genel anlamda güzel şeyler oluyor.

Beni çoook sevindiren hadise ise "İmam-Hatip Ortaokul"larının açılması! Sevincimi anlatmaya kelimeler kifayetsiz kalır, o kadar yani!!!



Kendim de ortaokulu İmam-Hatip'te okuma bahtiyarlığını yaşamış biriyim. İstiyorum ki tüm çocuklarımız bu güzelliği tatsın! Orta 3'e kadar herşey mükemmel, dört dörtlük, süper ötesiydi. Sonrasıda ise 28 Şubat'ın kara bulutları çöktü üstümüze... ( daha önce yazmıştım bu konuda)

Öğretmen kadroları sürgünlere gönderildi, başörtüsü zulmü başladı, katsayı engeliyle İHL etkisiz hale getirildi... ( bu konuda da yazmıştım)

Ve ben tüm bunlara rağmen lisede de İHL'ye devam ettim.
Onun için lise yıllarımda çok da güzel anılarım yok. Sadece çok kuvvetli bağlarım olan arkadaşlarım var o yıllardan hatıra.

Yazılı savunmalar, kınama- uzaklaştırma cezaları, peruklar, alınmadığımız milli güvenlik dersleri... Hocalar tarafından sınıftan atılmalar, sürekli bir psikolojik baskı... İşte bu şartlarda hazırlandık biz ÖSS'ye... Hem de katsayı engeliyle beraber...

Bu günümüze şükür yine de . Çok şeyler öğrendik, erken olgunlaştık bu sayede...

İşte şimdi bu günleri gördüm ya! İHL ortaokullar açıldı ya, katsayı engeli kalktı ya... Çok şükür Rabbime! Kıymetini bilelim, bol bol şükredelin inşallah!

Haydi o zaman tempo tutuyoruz, Mehmet Emin Ay hocadan hepimize gelsin:

Milletimin hizmetinde yaya değil atlıyım
Farklıyım ben cahillerden hemde çift kanatlıyım
Ayıramam dünyayı ukbadan bir lahza ben
Bu birlik ruhu ile ben Rabbim'den beraatlıyım

Hamza gibi ,Ömer gibi, Ali gibi diriyim
Geliyorum sevinin ben ben imam-hatipliyim...

29 Temmuz 2012 Pazar

Ahh Ahh Off Off

Hay Allah'ım yaaa! Ben neler düşünüyorum Türkiye ne durumda.... Arada uçurum ötesi uçurum var.


Ben acaba ARAŞTIRMA GÖREVLİLERİ İÇİN BAŞÖRTÜSÜNÜN SERBEST OLDUĞU ÜNİVERSİTELER VAR MI? diye düşünüp Googleda arama yaparken karşıma

"EŞİ BAŞÖRTÜSÜ OLDUĞU İÇİN HAKETTEĞİ YERE GELEMEYEN ERKEK ARAŞTIRMA GÖREVİLİLERİ"nin haberleri çıkıyor...

Boşa ümit etmeyim öyleyse en az bi 5-10 sene... O zamana kadar da yaşlanırım zaten... Nasip!

25 Temmuz 2012 Çarşamba

Ne Okuyorum? BEN BİLÂL

Vakit sıkıntısından dolayı aklımdaki pek çok şeyi paylaşamıyorum. Ben de kısa da olsa yazayım dedim.

Sadece oğlumu uyuturken kitap okuma vaktim oluyor; Ya balkonda salıncakta sallarken, ya da bana yapışmış vaziyette dalmasını beklerken.

Şu an elimdeki kitap Hz. Bilal Habeşî'nin dilinden yazılmış bir roman: BEN BİLÂL, İnsan Yayınlarından.



Kitabın kapağı etkileyici, ismi de öyle... Farklı bir uslûbu var. Bildiğim şeyleri bile farklı bir şekilde yorumlamama neden oldu. yeni bakış açıları kazandırdı bana. Yarısına geldim. Tavsiye ederim.

Tek sorun ÇEVİRİ olmasından dolayı birazcık cümle bozuklukları. O da çevirinin olmazsa olmazı diyelim ve tekrar tavsiye edelim!

NOT: Kitabın yazarı şu meşhur ÇAĞRI filminin senaristi!

30 Haziran 2012 Cumartesi

Sokak Düğünleri


Upuzun bir aradan sonra buradayım!

Ramazan öncesi düğün sezonunun tam ortasındayız. Yarın iki düğüne birden katılacağım inşallah!

Bu yazının konusu SOKAK DÜĞÜNLERİ.

( Fotoğraf bugün tarafımdan çekildi)

Sokak düğünleri şehirde yaşayan ( hemi de böyyük şeherde) ama ısrarla ve ısrarla bu hayata adapte olmayan halkımızın bir etkinliğidir. Bildiğimiz KÖY DÜĞÜNÜnün şehre uyarlanmışıdır.

Ben köyde yapılanına katıldım cidden çok güzeldi. Ama şehirdeki için aynısını söyleyemeyeceğim. Çünkü, köydeki o düğün köy için önemli bir olay. Tüm köy nişandan da haberdar, düğün beklentisinde zaten. Bütün köylüler düğün evini tanıyor ve tüm köy düğüne davetli. Düğün köylünün hepsine ait yani! O yüzden herkes orada zaten!

Ama ya şehirdekiler? Düğün evini tanımam, etmem. Benim için bu sokak düğünlerinin anlamı; sadece yüksek ve rahatsız edici müzik sadece!

Hele önceleri Keçiören'de oturuyordum her hafta sonu 2-3 düğün kesin oluyordu. Malum kalabalık semt! Ben mecbur muyum her hafta kafamın şişmesine. Hatta çok yakında olunca düğün, evimizi terk ediyorduk tüm gün boyunca. 2-3 kez yaşadık bunu da!

Ama köy düğünü yılda en fazla 2-3 tane oluyor. Onda da zaten " oğlan bizim kız bizim" olduğundan o ses kimseyi rahatsız etmiyor.

Düğün salonlarının çok pahalı olduğu da bir gerçek! Halk mecburen de bu yola başvurabiliyor. Ama asla mantığını anlamadığım bir şey var. Tamam akşam oynuyonuz, eğleniyonuz anladık daaaaa öğlen 12'de niye başlıyor o adam hayatımda hiç duymadığım duymak da istemediğim arabeksimsi, ağıdımsı şarkıları söylemeye. Sadece kendi söylüyor, kendi dinliyor diyeceğim ama keşke öyle olsa tüm mahalle dinliyoz valla! Söylediği şarkıları da duysanız...Sanki cenaze evi... İnsan hayattan soğur, evlenmekden felan vazgeçer!

Sokak düğünlerinin OLMAZSA OLMAZları:

1- Düğün evine BAYRAK asmak.
2- Plastik sandalye kiralamak.
3- Kulakları sağır edecek kadar yüksek ses.
4- Koşuşturan ve mahallenin bakkalına dadanan çocuklar.


Sokak düğünlerine, düğün salonuna gidiyormuş edasıyla giyinip ( daha doğrusu SOYUNUP! ) gelen kızlarımızı anlamıyorum. Ortamda çok sırıtıyorlar. Abiye, dekolteli kıyafetler, yüksek topuklar falan. Cık cık cık olmuyor!

Ama şunu da belirtmeden geçemiyeceğim tüllerle süslenmiş sandalyeleri, kocaman yuvarlak masaları olan lüks düğün salonlarındaki düğünlere nazaran daha BİZDEN geliyor bu sokak düğünleri bana. Herkes kendi halinde, kimse kasmıyor kendini, çocuklar koşuyor, hatta bugün ki düğünde bir grup amca topluca yürüyordu nereye gidiyorlar ki derken ezan okundu. Amcamlar cemaat olmuş namaza gidiyorlar. Böyle doğal bir ortam işte.

Alt üstü SOKAK DÜĞÜNÜ amma konuştun be? demeyin. Daha çoook söyleyecek sözüm var! Kültürümüzde ve dinimizde yeri olmayan kadın erkek karışık oynamayı elbette tasvip etmiyorum. Geçen yıllarda eşimin köyünde katıldığımız düğünde yaşlı teyzeler " Bizim gençliğimizde kadınlarla erkeklerin arsına çarşaf gerilirdi. Birbirlerini görmezlerdi" diye dertli dertli anlatıyorlardı. İşte biz bunu kaybettik. Ortada kaldık gittik! Ne şehirli olabildik ne köylü... Ne dinimize sahip çıktık ne de hepten gavur olduk... İşte SOKAK DÜĞÜNLERİ bu arada kalmışlığın en güzel resmedildiği yerler.

Saat şu an 23: 25 ve evimiz hala müzik sesiyle inliyor! ( öğle 12 gibi başlamıştı. Buradan 12 saattir performans sergileyen ANGARALI ........'yı tebrik ediyorum)

BİR ANI: Bir gün bir baktım salon camımın önünde benim boyumda bir hopörlör duruyor! İlerleyen saatlerde gözlem yoluyla apartmanımızda bir kızın NİŞANI olduğunu öğrendim. Yanlış duymadınız NİŞAN! Salon camıma 15 cm uzaklıktaki dev hopörlör evimizi titretirken biz bu nişana DAVETLİ DEĞİLDİK! Yüzükler salon camımın önünde takıldı. Ben davetsiz olmama rağmen meraktan arada perdeyi aralayıp bakıyordum. Fotoğraflarda gelin damatla beraber yakalanma ihtimalim yüksek! İşte diyorum ya BİZ BURADA KAYBETTİK! Ne şehirli olabildik ne köylü... Ne Doğuluyuz ne Batılı...

23 Mayıs 2012 Çarşamba

Ne Okuyorum?

Galiba Mehtap Kayaoğlu'nun Haber7'deki bir yazısından haberdar olmuştum bu kitaptan. Kitabın adı beni benden geçirmişti YA-VAŞ-LA! Ne kadar ihtiyacım vardı bu kelimeye! Bu kitabı mutlaka almalıyım diye düşündüm!


Okumaktayım halen. Yazarımız prof olmasından dolayı olsa gerek best seller tarzı veya da kişisel gelişim tarzı basit bir uslûbu yok. Baya okkalı cümleler var. Ben sevdim ama! Tavsiye edilir.

Kel alaka bir şey: Bu gün eskimeyen dostlarla az biraz buluştuk. Tadı damağımda kaldı. İnsan büyüdükçe, sorumluluk aldıkça, hayata atıldıkça kendine ne kadar da az zaman ayırabiliyor... Hayatın koşuşturmacasında işimiz için, çocuğumuz için, eşimiz için, evimiz için, karnımızı doyurmak için, için için dönüp duruyoruz... Hayat da akıp gidiyor... YAVAŞLAYIM LÜTFEN!

19 Mart 2012 Pazartesi

İhmal Edilen Farz: “Emr-i bil Ma’ruf Nehy-i anil Münker”


İhmal edilen hatta TERKEDİLEN FARZ! Emri bil maruf yani İYİLİĞİ EMRETMEK! Nehyi anil münker yani KÖTÜLÜĞÜ YASAKLAMAK, KÖTÜLÜKTEN ALIKOYMAK!

Hemen hepimiz KENDİMİZE MÜSLÜMANIZ ne yazık ki! Bu tabi bana ait. Sadece namaz kılıp oruç tutan, başını örtüp, ,içki içmeyen tipler bunlar… Yani kendi hayatında temel ibadetleri yapar ama en yakınındakileri hiç UMURSAMAZ! Kocası, çocuğu, kardeşi İslama uygun yaşamaz bu kişiler ise hiç tınlamaz! Senin dinin sana, benim dinim bana modundadırlar, ha bir de klişe söz vardır DİNDE ZORLAMA YOKTUR! İşte bunlara ben KENDİNE MÜSLÜMAN diyorum.

Peki ne oldu “Emri bil maruf, Nehyi anil münker” e? O da aynı NAMAZ GİBİ FARZ DEĞİL Mİ? Niye uyar mıyorsun gözünün önünde ateşe koşan yakınlarını? Allah seni bundan dolayı da hesaba çekmeyecek mi? Yarın mahşer günü hesaplar ortaya dökülünce o tanıdıkların seni suçlamayacak mı BENİ HİÇ İKAZ ETMEDİ diye? İşte bu yüzdendir ki ayete kıyamet tasvir edilirken ANNE EVLADINDAN KAÇACAK deniyor. Çünkü evlat davacı olacak bana dinimi öğretmedi diye………..

Hadiste ne deniliyor HEPİNİZ ÇOBANSINIZ. Yani çoban nasıl koyunlardan sorumluysa siz de elinizin altındakilerden sorumlusunuz. Kim elimizin altındakiler? Eşin, çocuğun, kardeşin… Kime nazın geçiyorsa onlar belki arkadaşın belki de komşun!

Çok hoşgörülüyüz cümleten maşallah! Maddi çıkarlarımız söz konusu olunca şahin kesiliriz ama dinde pek bir hoşgörülüyüz!!! TV’de dinimizin tüm haramları bize allanıp pullanıp sunulur ve biz kuzu kuzu izleriz………..

Kafamdakiler çok, bu yazı daha çoook uzar… Ama kısa keseceğim şimdilik.

NOT: Alimler ittifak etmişlerdir ki DİNDE ZORLAMA YOKTUR sözü Müslüman olup, olmamak konusunda zorlama yoktur manasındadır. Eğer ki Müslüman olduysa bir insan, İslamın kurallarına uymak zorundadır. Nasıl ki ilkokula giden çocuk forma giyer, ders giriş çıkış saatlerine riayet eder. BEN BU KURALA UYMAM diyemez! Madem ki okula kayıt oldu, kurala uymalıdır. Madem ki lafa geldi mi ELHAMDÜLİLLAH MÜSLÜMANIM diyor öyleyse yaşayacak. Senin dinin sana, benim dinim bana ayeti zaten KAFİRUN suresinde geçer yani bu da yola gelmez kafirler için kullanılmış bir ibaredir.

15 Mart 2012 Perşembe

Biz Hala Konforlu, Sıcak Evimizdeyiz Ya Başkaları?...


İlk defa bir habere karşısında bu kadar acı hissettim, suçluluk hissettim!
26 yaşındaki anne çocukları üşüyor. Elindeki 6 lira ile odun almaya gidiyor… Araba lastiğini kesip yakmaya çalışıyor olmuyor… Oğlunun eline ısınması için saç kurutma makinasını verip yan odada kendini asıyor. 2 çocuk, biri yedi aylık! Masum her şeyden habersiz uyuyor…

Bu olaydan hepimiz sorumluyuz! Tüm Türkiye hatta tüm dünya! Ve belki bu olayın benzerleri yaşanıyor pek çok yerde! Biz ise keyfimizde sefamızdayız. Kaloriferli evlerimizde, kablosuz internetimizden bloglarımızı güncelliyoruz……..

Allah affeder bu anneyi inşallah. Ben affedeceğini ümit ediyorum. Evet intihar affı olmayan bir suçtur ama ben o esnada o gencecik annenin bir kriz anı yaşadığını, aklının başında olmadığını düşünüyorum! Aklı başında olmayanın ise günahı olmaz güzel dinimizde. Başka türlüsü olmaz zaten! Sana muhtaç iki çocuk, soğuk ev, üç gündür yemek pişmemiş, elde var altı lira! Rabbim taksiratını affetsin! Evlatlarına hayırlı bir gelecek nasip etsin inşallah!

BEN NE YAPABİLİRİM Kİ? mi diyoruz? Evet belki direkt o anneye ulaşamazdık, ondan haberdar olmazdık ama onun benzerlerine ulaşabiliriz! Ve Allah bize sorar ahrette SOĞUKTAN AĞLAYAN BEBEKLER VARKEN SEN EVİNİ DEKOR ETMENİN PEŞİNDEYDİN diye…. Hesabımız zor hem de çooook zor!

Sadaka, sadaka, sadaka! Bol bol, çok çok, canımızı acıtasıya vermemiz lazım! Nefsimize ağır gelmesi lazım! Kendimizi zorlaya zorlaya vermemiz lazım. İçimizden bir sesin BU KADAR ÇOK VERME! diye çırpınması lazım! Belki ihtiyaçlarımızdan vazgeçercesine vermemiz lazım! …. Ki o zaman belki hesabımız az biraz kolaylaşır…

Bu hadiseden hepimiz tek tek sorumluyuz! Kimse kendini masum hissetmesin!

9 Mart 2012 Cuma

Ne Okuyorum?


Annemin tavsiyesi üzerine okumaya başladığım kitabın kapağı sanki 60-70 yıl öncesinden kalmış gibi. Kitabın arkasında 20.000 TL etiketini görünce " 20 tl olduğuna göre yeni baskı bir kitapmış yaw?" diye düşündüm. Tabi bir de bol sıfırlı mazi geldi aklıma :)

Bir otobiyografi, yaşanmış bir hayat öyküsü bizzat yaşayanın ağzından...Başta Osmanlı'ya tam bağlı bir çocuk olan Şevket Süreyya Aydemir, sonrasında tam Türk Milliyetçisi oluyor, TURAN ülküsü peşinde koşmaya başlıyor. Ben şimdi o kısımdayım. İleride Moskova'ya gidecek ve solcu olacakmış ama olsun n'palaım :). Bir devrin canlı şahidi olması açısından güzel ve akıcı bir kitap.

480 sayfa olan kitabın 120. sayfasındayım. Biraz kalınca bir kitap ama hızlı ilerliyor, tabi okuyunca :)

27 Şubat 2012 Pazartesi

Yine Bir 28 Şubat


15 yıl geçmiş malum 28 Şubattan sonra... TRT'de askeriyeden eşleri başörtülü olduğu için, namaz kıldıkları için atılan ve pazarcılık yapanların haberinin açıkça verildiğini izledim ya; Birand'ın belgeseli de malum... Gözüm açık gitmez artık... Yetmez ama...

Katsayı zulmü, kesintisiz eğitim baskısı, Kur'an kurslarında yaş sınırı ayıbı gibi 28 Şubat'taki OHAL'de ülkemizin üzerine çöken kara bulutlardan temizleniyoruz yavaş yavaş...


Tabi arada bir NESİL yani BİZ kaynadık... Ortaokuldaydım İmam Hatip'te... Günü gününe yaşıyorduk tüm gelişmeleri... Okul kapısında hergün polisler bekliyordu. Sivil ve resmi... Özel kanal kameramanları fink atıyordu haber yapmak için............ Söylenecek söz çok da benim söylemeye mecalim yok.Daha önce de bir kaç kelam etmiştim konuyla alakalı BURADA.


Biz de Mehmet Akif Üstad gibi dua edelim: " Rabbim bu ülkeye bir daha 28 Şubatvari olaylar yaşatmasın!" AMİN

24 Şubat 2012 Cuma

Gavurca Merakı



Gerekli gereksiz her yerde gavurcanın kullanılmasına şiddetle karşıyım. Bir alışveriş merkezine gidiyorum herşey gavurca! Hangi ülkede yaşıyoruz belli değil. Ben kendi özel hayatımda buna dikkat etmeye çalışıyorum. En basiti konuşurken (arada dilimden kaçsa da) yabancı kelime kullanmamaya çalışıyorum. Bununla ilgili bir de yazı yazmıştım önceleri.

Bir diğeri de üzerinde gavurca yazılı kıyafetler, dekorasyon eşyaları, kumaşlar, takılar vb. almıyorum. Veya da almamaya çalışıyorum. Kendi kıyafetlerimde bu kuralımı ihlal etmiyorum ama sıra bebeğimin kıyafetlerine gelince iş değişiyor.


Çocuk kıyafetlerinin hemen hepsinin üzerinde GAVURCA YAZI VAR! Kocaman CARS yazmışlar, vay beee ne havalı,ARABALAR yazsa komik olur belki de . SPRING, BE HAPPY, SWEET yazmışlar, İLKBAHAR, MUTLU OL, ŞİRİN yazmıyorlar nedense? Tekstilde bu denli ilerlemiş, ihraç şampiyonu bir ülkenin kendi ülkesi sınırları içerisi için yaptığı üretimler de bile bu denli ÖZENTİ ve KOMPLEKSLİ olması beni çok şaşırtıyor ve üzüyor!



Mesela dekorasyonda da VİNTAGE tarzını çok beğeniyorum. Ama o tarz çoğu eşyanın üzerinde italik narin karakterlerle yazılmış yazılar mevcut ne yazık ki.

NOT: GAVURCA kelimesi bilinçli olarak kullanılmıştır. Bu konularda hiç hoşgörülü değilimdir.

20 Şubat 2012 Pazartesi

Ne Okuyorum? "Kadın Nasıl Mutlu Olur?"


Nuriye Çeleğen'den "Kadın Nasıl Mutlu Olur?" u okuyorum şimdilerde.

İlk bölüm normal kitap şeklinde. İkinci bölümde ise
Türkan Şoray
Belkıs Akkale
Sezen Aksu
Adile Naşit
gibi ünlülerle yapılan röportajlar yer alıyor. Röportaj soruları şu minval üzere:

" Kadın nasıl mutlu olur?"
" Sizi neler mutlu eder?"
" Ölüm, ahiret, ibadet hakkındaki düşünceler."

Akıcı bir kitap, dili basit, hızlı ilerliyor. Tavsiye ederim.

Dikkatimi çeken bir iki noktayı paylaşıyorum:

" Neden geldik bu dünyaya ve nereye gidiyoruz diye hiç düşündünüz mü?" diye soruyor yazar. Bazıları HİÇ DÜŞÜNMEDİM diyor. Pek inanılası gelmedi bana ama... Çoğu da BUNLAR DERİN MEVZULAR, BUNLARA GİRMEYELİM diyor. Neresi derin yaw? Bunlar hayatın ta kendisi! Yaşamın birinci ve en temel sorusu. Bu sorular ve cevapları olmadan hayat neye benzer ki?

"Ahirete inanır mısınız?" diye soruyor yazar. " BUNUN CEVABI BENİM ÖZELİM, PAYLAŞAMAM." diyorlar. Haydaaa.... Sanki vücut ölçülerini sordu... Tööbe tööbe... Bu ne yaa? Hayatlarının tüm ayrıntısını kameralar önünde yaşayan insanlar nasıl birden SIR KÜPÜ oluyorlar anlamış değilim!

19 Şubat 2012 Pazar

Seni Ailecek Seviyoruz Koca Kafalı Pepee!


Pepee geçen yıl da vardı ama şu son dönemde yıldızı iyice parladı. Ben en başından beri severek takip etmekteyim kendisini. Kırtasiyeler PEPEE kitapları, dergileri çantaları, oyuncakları, çalışma masası hatta lazımlığı ile dolu! Bu kapitalist düzende bundan daha doğal birşey olamazdı. Rayting alan, çocukların dünyasında yer tutan tüm karakterler, insanların kırmakta en çok zorlandıkları çocukları için tüketim kozu olarak kullanılmakta.

Olayın tüketimi körüklemesi bir yana ben her yerde PEPEEyi görmekten mutluyum. Çünkü o İÇİMİZDEN BİRİ! Milletvekili sloganı gibi oldu :). Artık örümcek adam ve barbie görmekten BÖÖ geldi. Ve işin kötüsü başka alternatif de yok. Düpedüz bir dayatma var. Bizim küçüklüğümüzde şirin ayıcıklar, kedicikler süslerdi herşeyi. Kızı da erkeği de aynısını kullanırdı. Çocukça, masumca, şirinceydi herşey. Kız erkek hepimiz arı mayalı kokulu silgiyle büyüdük yalan mı :)

Şimdi erkek çocuklarına yönelik kırtasiye ürünleri vurmayı, kırmayı tetikleyici resimlerle dolu. Kızlar için sunulanlarda ise tek renk var zaten PEMBE! Barbie'den şikayet ediyorduk bir de WİNX çıktı başımıza! Kız çocuklarının kırtasiye ürünlerinde ise süslü, makyajlı, bol dekolteli, mini şortlu, seksi duruşlu çizgi kahramanlar yer almakta... İşte bu yüzden çocuklar çocukluklarını yaşayamadan hemen KARİZMATİK, HAVALI, JÖLELİ SAÇLI ADAMLARA ve SÜSLÜ, ÇITKIRILDIM, MANKEN EDALI KADINLARA dönüşüyorlar. Ortaokul kızlarındaki kadınsı eda beni dehşete düşürüyor!

Biz büyüdük ve kirlendi dünya. Şimdiki bücürler ilerde bu şarkıyı dahi söyleyemeyecekler...

PEPEE hem kız hem erkek çocuklara hitap eden, gerçekten ÇOCUKÇA bir karakter. KAYU ile aynı kulvarda sayılırlar.

Ben çocuğumun tüm masumluğu ve hayalleriyle çocukluğunu yaşaması için onu ördeklerle, kedilerle, kaplumbağalarla, fillerle büyütmeyi planlıyorum. Tabi başarabilirsem!

NOT: PEPEEnin çakma olduğunu da az biraz biliyorum ama olsun, napalım...

15 Şubat 2012 Çarşamba

Ne Okuyorum: Mavi Marmara Risalesi


"Öğlen Namazına Nasıl Kalkılır?" kitabından sonra bir Bülent AKYÜREK kitabı daha okuyayım dedim. Şu meşhur İHH'nın Mavi Marmara Yardım Gemisi üzerine bir kitap. Yarısındayım. Beğendim. Tavsiye ederim.

Herkesin mizacı, tarzı farklıdır elbet. Bana hitap ediyor Bülent Akyürek'in uslübu. Sert, kesin, keskin, biraz espirili, biraz damardan kısacası harbi bir tarzı var.

Her kitapta tasvip ettiğim etmediğim görüşler çıkar genelde. Toptancı bakmam eserlere, kişilere. Şimdilik Bülent Akyürek'in benim düşünceme çok ters gelecek bir görüşüne rastlamadım. Onda kendimi bulduğum için beğendim belkide. Bizim CAFCAF'ta da yazıyor kendileri.

Bu kadar lakırdıdan sonra merak eden olursa ahan da bu da sitesi :)
http://www.bulentakyurek.org/

10 Şubat 2012 Cuma

Değişimin Peşinde Koşmak 1- Fotoğraf

Zamanla beraber ne çok şey değişiyor! Eskiden 100 yılda olan değişim şimdilerde 1 yılda oluyor belki de... Gelişmeleri yakalamak için sürekli tetikte olmak gerekiyor... Bu da insanı yoruyor bazen.

Bu hızlı değişim nesiller arasında da uçuruma neden oluyor. Eskiden köydeki bir kızın anneannesi, annesi ve kendisi basmadan şalvar giyermiş, yaşla beraber ancak kumaşın rengi ve deseni değişiyordu heralde. Şimdi her altı ayda bir YENİ SEZON diye bir kavramla karşı karşıyayız.Bir sezon gözümüze çok güzel görünen renkler, modeller bir yıl içinde DEMODE oluveriyor... Vahşi kapitalizm hepimizi tüketime teşvik ediyor. Kapitalizm ve tüketim çılgınlığı konularında çok doluyum, şimdi buna girmek istemiyorum.


Bu hızlı değişimi gözler önüne seren bir örnekte sıra. Birkaç yıl önce bir fotoğrafçının reklamında gördüm bu sloganvari cümleyi " FOTOĞRAF KAĞITTA GÜZEL" . Ne demek bu şimdi? Bundan çok değil sadece 10- 15 yıl öncesine gitsek ve insanlara bu cümleyi söylesek hiç bir anlam veremezler heralde. " YA NERDE OLACAKTI? TABİİ Kİ KAĞITTA OLACAK!" diye bir de üstüne fırça atarlardı heral...

Şimdi hepimizin elinde dijital makinalar, bilmem kaç GBlik hafıza kartları da içinde, çek babam çek. Her pozu en az 10 kez çeker olduk... Nerde 36 pozluk film almalar, düşüne düşüne, hesaplıya hesaplıya fotoğraf çekmeler. Sonra acaba nasıl çıktı ki diye meraktan çatlayarak onu fotoğrafçı da çıkartmalar... Hatta bazılarının yanması, üzülmemiz...


Eskiden kimsenin gözü kapalı çıkmazdı fotoğrafta. Çünkü bilirdi ki herkes bunun TEKRARI YOKTU! Herkes adam gibi verirdi pozunu. Belki de ondandır çoook daha eski siyah beyaz fotoğraflarda insanların hazır olda durması. Tüm ömürde çekinilen toplam 3-4 fotoğraf belki de... O yüzden çok kıymetli, değerli, ciddiyetli, hazır ollu!

Birşey çoğaldıkça değeri de aynı oranda azalır. Bu hayatın genel kurallarından... Artık bilgisayarlarımız binlerce fotoğrafla dolu... Hele bebeklerimizin her anı belgeli!


Ben yılda birkaç kez, bilgisayardaki fotoğrafları gözden geçeirip, seçtiklerimi bastırıyorum. Sanal alemden gerçek hayata çıkarıyorum onları.

Eee ne demiştik başta " FOTOĞRAF KAĞITTA GÜZEL" :)

27 Ocak 2012 Cuma

En Zor Meslek! 7/24


Annelik kutsal bir görev kesinlikle. "Cennet annelerin ayakları altındadır." buyurmuş Sevgili Rasul.

Tüm bunlara rağmen soruyorum " Bu çocuklar annelerinin üzerine mi zimmetli?" Yani tek sorumlu, tek görevli anne mi? Öyleyse silsinler nüfus cüzdanından BABA ADInı?

Annelerin çocuklarına gerçekten kaliteli ve keyifli annelik yapabilmeleri için annenin yükünün hafifletilmesi lazım. İyice bunalan anne bu gerginliğini çocuğuna da yansıtıyor elinde olmadan. Tamam anneler çalışmasın, çocuklarına vakit ayırsın ama maddi ve manevi olarak aç olan anneden ne kadar annelik yapması beklenebilir ki?

Akşam eve gelen kocanın az biraz empati yapıp " Bu kadın tüm gün bu çocukla boğuşuypr, biraz onu rahatlatayım." diye düşünmesi lazım. İnsaf, vicdan bunu gerektirir! Babalık bizim memlekette otorite olmak, emir yağdırmak, hesap sormak olarak algılanıyor sadece!

"Niye bu çocuğa yelek giydirmedin?", " Neden düştü?", " Neden su içirmedin?" vb. Aman iyiki kocalar var da bize bunları söylüyorlar, yoksa bizim aklımıza hiç su içirmek, yelek giydirmek gelmezdi... Bunu diyesiye kadar sen yap be adam! Elin var kolun var!

Yazdıklarımın hepsi direkt benle alakalı değil, elbette abartılarım var. Ben bunların (çok şükür ki) daha hafifini yaşıyorum ve biliyorum ki bu duyguları çok şiddetli yaşayan binlerce kadın var! Sonra da ne mi oluyor 40-50 yaşlarındaki tüm kadınlarımız depresyonda, ilaç kullanıyor! Bunların acısı sonradan bir güzel çıkıyor...


Dinimizce çocuk sahibi olmak destekleniyor, Başbakan en az 3 tane diyor, ben de can-ı gönülden bunu destekliyorum. AMA... Olayın pratiği hiç de öyle değil! Yine tekrarlıyorum bu çocuk benim üzerime "zimmetli" değil! Ben bir insan, bir kul, bir vatandaş yetiştiriyorum. Belkide geleceğin büyük adamını yetiştiriyorum ve bunun için bana -yani tüm annelere- erkekler, akrabalar ve hatta devlet destek olmak zorunda! Anneyi rahatlatıcı, sosyal ihtiyaçlarını karşılayıcı imkanlar sağlamak zorunda!

Yoksa ne mi olur? Kadın 5 tane doğum yapar, ama kendisi sağlıklı bir ruh haline sahip olmadığı için çocukları sahipsiz, ilgisiz, başıboş büyür gider...

Ya da benim düşündüklerimi düşünür, kendini destekleyici güç bulamaz ve " Ben ancak bir tane ile baş edebilirim, hadi en fazla iki! " der.

Bir bakın etrafınıza, ikiden fazla çocuk sahibi olan kaç kişi var? Aklın yolu bir, demek ki herkes benim gibi düşünmüş!

Tüm bu gerçeklere rağmen ben yine de ümitliyim bakalım... İnsanlardan yardım bekleyen boşa bekler, tek yardımcımız Allah! Bizi ayakta tutan da bu iman gücü zaten!

Yine anneye dinlenme fırsatı sunan Yüce Yaratıcı! Bebek 1-2 saat uyuyor da az biraz kendimize geliyoruz. Şu an olduğu gibi kendimize özel birşeylere zaman ayırabiliyoruz.

Bir diğer dinlenme zamanı da emzirirmek! Hem oturuyorsun, en güzeli de bebek hareket edemiyor! ( tabi sürekli kolunu, bacağını sallıyor da o kadar da olur artık...) Kıpır kıpır bir oğlanın annesi olarak, ben çok dinleniyorum o esnada.

Yine Rabbimiz yardıma koşuyor yani!

25 Ocak 2012 Çarşamba

Hediyelerim Var!

Ne zamandır aklımda olan hediye çekilişini sonunda gerçekleştiriyorum.

Hediyemiz üç tane

1- Şal
2- Penti Marka mıknatıslı, kaplan figürlü, pratik çanta
3- Motifli, otantik bir patik

Hepsi bir kısmetliye gidecek inşallah!

Bir de Namaz elbisesi var ayrıca.

Ayrıntılar ve fotolar aşağıda...



1- ŞAL

Şal, başörtüsü hatta konsol örtüsü olarak bile kullanabileceğiniz, turuncu renkli cici bir şal!



2- ÇANTA





3- PATİK

36-39 arasına uygun! Koyu mor zemin üzerine, otantik bir model. Bilekten bağlamalı.




Şartlar çok basit. Klasik şeyler.

1- Blogumun izleyicisi olmanız
2- Blogunuzda çekilişi paylaşmanız
3- Buraya yorum bırakmanız.

29 Şubat 2012'de 22.00'da yorumları kapatıp 23.00 gibi kazananı açıklayacağım inşallah!


Bu kadar mı? DEĞİL! Bir de namaz elbisem var hediye etmek istediğim. Bir hevesle aldım ama sonra baktım ki hiç bana göre birşey değil. Çünkü ben çok şükür ki tesettürlü bir ortamda çalışıyorum, kıyafetim namaz kılmama engel olmuyor. Ama ne yazık ki herkes bu imkana sahip olamayabiliyor. Amacım bu elbisenin kullanılması!


Bu kıyafeti giydiğiniz anda namaza hazır ve nazır oluyorsunuz! Eşarp kıyafete dikili. Elastiki bir kumaştan dikilmiş, bonesiz, iğnesiz kullanımı rahat. 38-44 beden arasına gayet rahat olur. Fotoğraflarda görüdüğünüz gönüllü mankenim 44 beden.



Ben bunu evde 2 kez giydim, şimdi de bir güzel yıkadım, ütüledim. Amacım işine yarayacak birine ulaşması... Eğer çevrenizde bunu kullanabilecek biri varsa ve aracı olursanız çok sevinirim.

Bu elbiseyi isteyenler çekiliş yorumunun sonuna NAMAZ ELBİSESİNE TALİBİM diye not eklerlerse onları kendi arasında çekiliş yapacağım.

Önce normal çekilişi yapacağım. Hediye çıkan kimseyi eleyip geri kalan elbise isteyenler arasından elbise çekilişi yapacağım.

Çekilişi kendi uydurmasyonum bir kod ile yapacağım. ODG+ APK= Kazanan Numara. Bu kodun anlamını sonuçla beraber açıklayacağım.

Elbise çekilişini ise geleneksel yöntemlerle yapacağım :)


NOT:
* Kargo elbette ki bana ait.
* Yurt dışına gönderim yapılmaz.
* Akrabalar çekilişe katılamaz :) Sonra torpil yaptı felan derler :)

Nasip kime bakalım? Şimdiden heyecanlandım ben de :)


YORUMLAR

Çekilişe dahil olmayan yorumları buraya ekleyeceğim ki sayılarda bir yanlışlık olmasın. Lütfen tek yorum yazın ki sıralama bozulmasın.

pnr: tüh şartlar bana uymuyor :D namaz elbisesini daha önce bir mağazada görmüş ve pratikliği nedeniyle çok beğenmiştim. Alabilmek için cüzdana başvuracağız demek ki :))) ilk çekilişin sanırım.. bol katılımlı ve hayırlı olsun inşaAllah.. bebeğinide öp benim için hatta biraz da pnr usulü sıkıştırabilirsin :)) -

nnn: Evet şartlar uymuyor, birazcık kuzen oluyoruz :). İlk çekilişim, ben de blog alemini baya bir girmiş oldum böylece :)) . Sıkıştırırım tabii, memenuniyetle!


ŞERİFE: Tam katilacaktim, baktim yurt disina olmuyoo:( nasip kismet. Esarpi sevmistim

nnn: Ne yazık ki yurt dışına yollayamıyorum Şerife :(

14 Ocak 2012 Cumartesi

Kaportası Farklı İçi Aynı


Kitapçıda dolaşmayı, kitap almayı severim, kitaba verilen paraya acımam... Ama ne kadar kitap okurum o tartışılır :( . Evde okunmayı bekleyen pek çok kitap var!

Bazı sözler vardır aklımda, taa ilkokul, ortaokul yıllarından kalma... Zihnime kazınmıştır, hayatımda yer etmiştir. Onlardan biri de lise yıllarında Şeyma'nın dediği " Babam der ki, kitap okumak için kitap almaya gerek yok. Okumak isteyen kitabı bir şekilde bulur." yaklaşık böyle bir cümleydi. Okunmayı bekleyen SATIN ALDIĞIM kitapları düşününce bu sözün ne kadar doğru olduğu ortaya çıkıyor.

Ben de şimdi KİTAP ÖDÜNÇ alma olayına girdim. Teyzemden ödünç aldığım kitap:


Bu kitap, masanın üzerinde okunmayı bekliyordu bir süredir. O masada bekleyedursun bu kez iş arkadaşımın bir kitabı dikkatimi çekti, onu ödünç aldım:


Eve gelirken yoksa bunlar aynı kitaplar mı diye bir düşünce geldi aklıma ki yanılmamışım! Aynı anda, aynı kitapları almışım :). Ne ben bileyim yaa kapakları çok farklı :))

Özet çıkararak okuyorum şu an, daha başlardayım.

Kitaptan bir paylaşım:


Kaliforniya Sendromu

Kaliforniya ABD'nin eğlence dünyasının merkezidir. İnsanlar arasında şu üç olgu adeta sosyal bir kanser gibi hızlı yayılmaktadır:

1- Zevke düşkünlük
2- Benmerkezcilik
3- Yalnızlık

5 Ocak 2012 Perşembe

Fox Tv' den Şikayetçiyim!


Evinde televizyonu olmayan ben, bu gün kayınvalidemlerde FOX ANA HABER spikerini görünce şok oldum!
O ne ya öyle??? Bildiğin pazarda 5 liraya satılan siyah penye atletle program sunuyor!

Spikerin iki omuzu gözüme gözüme battı... "Bu ne biçim haber böyle magazin programı seviyesizliğinde, cık cık cık" diye söylenip durdum. Ve hemen dedim ki "eve gidince ilk iş bir mail atayım şu kanala!" Aşağıda yolladığım mail bulunmakta.

Aslında Türk milleti olarak klasik problemimiz tepkilerimizi içimizde veya da sadece SÖYLENEREK vermemiz. Söylenmek değil çözüm, SÖYLEMEK!

Tv'de aile yapımıza aykırı, geleneğimize, dinimize savaş açmış onlarca dizi bozuntusu, program çürüntüsü varken biz sadece ağzı açık ayran delileri gibi izlemedeyiz...

Geçen yıl her hafta 2-3 dizim vardı... Yurdum insanı gibi izlediğim dizi değildi bunlar, haftalık olarak yayınlandığı akşam RTÜK'e şikayet ettiğim dizilerdi. Evde TV olmadığından zaten izlemiyordum ama sağdan soldan ne kadar saçmalıklarla dolu olduğunu duyuyordum sürekli...

İşte bu da yolladığım mail:

"5 ocak 2012 akşam Nazlı Tolga ile FOX Ana Haber 'de spikerin giydiği açık omuzlu kıyafet çok rahatsız ediciydi. Kendimizi haber değil magazin programı izliyor zannettik! Haberlerin bir ağırlığı, ciddiyeti olmalı! Kanalınızın saygınlığı açısından lütfen biraz daha dikkatli davranın.

Saygılarımla"

Adres de şu: info@fox.com.tr

(siz de yollayın tepkinizi, rahatsızlığınızı bildirin)