Birkaç gün önce bizim iki oğlan olağanüstü bir şekilde aynı anda ve akşam 8 sularında uyudular. Benim salim kafayla ve dahi ilhamla yazmam gereken bir şeyler vardı. Bundan iyi fırsat mı olur, hemen salondaki yemek masasına açtım bilgisayarımı, eşimin de işleri vardı, o da karşıma geçti, oldu mu sana bizim masa "homofis"! Çayı da demlemişiz bir ben getiriyorum ikimize, bir eşim getiriyor. Pür dikkat işimizle uğraşıyoruz, sanki patron başımızda, kaytarma falan yok! Böyle anlatınca bile insanın hoşuna gidiyor valla, ne akşamdı bee.
Neyse efendim hani biz de bir anlayış vardır ya "Çok güldük kesin başımıza kötü bişey gelecek sendromu" işte ondan mı dersiniz, yoksa "çocuklarını tanıyan ana" mı dersiniz bilmem... Bir ara dedim ki "Bizim bebeler uyuyor ama benim içim rahat değil" hissettim, acısı çıkardı kesin, çünkü bu olağandışıydı, ben böyle konforlu bir şekilde bu saat diliminde çalışamazdım! Neyse saatler ilerledi eşim bilgisayardaki işini bitirdi ve her düz mantık erkek gibi yatıp uyumayı seçerken, ben kırk yılda bir yazma işimi tamamlamanın mutluluğuyla "bloga yazı yazayım, kitap okuyayım" lüksüne daldım. Gece saat 1-2 gibi bizim bebeler uyandı,o sırada ben uyanıktım, başıma kaldılar resmen. Ve 4'te uyudular!!! Daha doğrusu ben artık bayıldım, son gördüğüm saatin 4 olduğuydu, o sırada onlar uyanıktı hala, hangi saatte ne suretle uyudular bilemiyorum. Peki akabinde ne oldu? Bu bebebeler sanki gece 4'te yatmamış gibi sabah 8'de kalktılar ki hafta sonu olmasına rağmen! Ben tabi ertesi sabah zombi gibiyim, isyanlardayım...
Kıssadan hisse:
- Analar için "boş, serbest, özgür zaman yoktur. Velev ki olur gibi olursa da fazlasıyla telafi edilir."
- Babalar bu tür hadiselerden ya hiç etkilenmez ya da en asgari düzeyde etkilenir gibiymiş gibi olur, o kadarcık.
- "Homofis senin neyine kızım?" daha nasıl yazıldığını bile bilmiyorsun, girmişsin bir havalara!
- Bir daha bebeler böyle anormal vakitlerde uyursa, zorla uyandır!
Hayatı Çözümlemeye Çalışıyorum... Bunu Başaran Var mı Acaba???
Hayatı anlayarak yaşamaya çalıştığım bu dünyada, bir nevi yazarak olayları daha iyi anlamlandırma yeri burası benim için.Düşündüklerim, kendimce tespitlerim, olumlu ve olumsuz olarak etkilendiğim hadiseler...
16 Ocak 2018 Salı
12 Ocak 2018 Cuma
Şarkılarla Terapi (+18)
Yıllardır aklımda olan bir konuyu yazmaya başlamanın dayanılmaz hafifliğini ve heyecanını hissediyorum şu an. İnşallah şuan uykuda olan iki oğlum tamamlamama izin verirler yazıyı...
Başlıktan da anlaşılacağı gibi konu gayet net aslında. Özellikle kafam baya bir bozuk olduğunda, dünyaya ve tüm insanlara küstüğümde, kendimce neye rest çektiğimi bilmesem de birşeylere rest çektiğimde vb. kısacası terapiye ihtiyacım olduğunda şarkılar imdadıma koşar.
Bazı belirli şarkılarım vardır. Bir dönem bazılarına kafayı takarım, zaten yeni şarkıları pek bilmem, malum biz mazi olduk artık...
Neyse efendime söyleyim bu yazıyı neden daha önce yazmadığımın bir nedeni de şudur ki, kimseye olumsuz örnek olup, vebale girmek istemem. İnsanın kendisinin bir hata işlemesi başka, bunu ifşa edip normalleştirmesi başkadır. İşte bu hassasiyetim nedeniyle yıllardır yazmadım bu konuda. Öyle çok anormal şarkılar dinlemiyorum, yanlış anlaşılmasın. Ama yine de içinde bir kelime ifade geçebiliyor yer yer dini ve ahlaki tutumumuza ters olan... O nedenle bu yazı +18'dir benim gözümde. Herkesin "günaaa boynuna" ona göre, başta anlaşalım.
Yani belki de insanlar Kur'an okuyarak, dua ederek terapi oluyordur, onlar da güzel yöntemler. Bilmem anlatabildim mi?
Şimdi Terapi şöyle gerçekleşiyor:
1- Sözleri, müziği vb. seni deşarj edecek şarkıları belirliyorsun
2- Aynı şarkıyı 3-5-10 kez üst üste dinliyorsun
3- Son ses dinliyorsun
4- bağıra bağıra söylüyor ve dahi hoplayıp zıplıyorsun
Evet bu kadar basit.
Şimdi de şarkı önerilerimize geçelim. Dediğim gibi +18 kuralını unutmayalım, herkes kendi sorumluluğunu alsın ona göre.
ESKİLERDEN:
AYNA, Tüm şarkıları (özellikle MAHZEN, FESLEĞEN, DÜNYA, GİTTİĞİN YAĞMURLA GEL, ARTIK HER ŞEY BİTTİ, ANLATMALIYMIŞ MEĞER, EVREŞE YOLLARI)
Nazan Öncel, Dünyayı Kurtaran Adam
Sezen Aksu Ata Demirer, şanıma inanma
Özlem Tekin, Hep Tek başıma
Ata Demirer, Küçük Kurbağa
Mazhar Alanson, Hamak
3 Idiots, zoobi doobi
YENİLERDEN:
Ahmet Enes, Cennet
Emir Şamur; Saçma Sapan
Manuş Baba, Eteği Belinde
Eypio, günah benim suç benim
Gökçe, tuttu fırlattı kalbimi
Adamlar, koca yaşlı şişko dünya
İşte böyle gidiyor liste... Bu arada belirteyim ki, çoğunun klibini bilmem. Sadece dinlerim, +18 için tekrar belirteyim dedim :)
Arada eklerim buraya belki aklıma geldikçe
NOT: Bu terapinin ilimle, bilimle hiç alakası yoktur. Tamamen kendi uydurmasyonumdur. Yine de evde tek başınıza deneyebilirsiniz. Zaten öyle olunca daha bir etkisi artar. Denenmiştir.
8 Ocak 2018 Pazartesi
2017'ye bakış atmak
yeni yıl benim için pek anlam ifade etmiyor, hatta hiç anlam ifade etmiyor
Benim için yeni yıl, eylülde başlar, eğitim öğretimin başlamasıyla... Bu yıllardır böyle... Kendime yeni kararlar alırım, hedefler koyarım falan..
Galiba iki senedir izinde olmam hasebiyle ilk defa bu değişti. 7 yaşımdan beri olagelen bu EYLÜL muhabbeti olmadı. Ondan mıdır nedendir bilmem, ben de 2017 nin muhasebesini yapar oldum...
Neyse efendim sadede gelirsek, 2017 de evdeydim, Ceylan'ın kitabı gibi EVDEYİM OTURUYORUM du durum... Bu arada hep bir yazmalar, çizmeler, mail yollamalar, cevap beklemeler falan.... Ne yazık ki hala elimde tutabildiğim basılı bir kitabım yok ama çok yaklaştım hissediyorum! 2018 bekle beni geliyoruuumm! Ay hadi inşallah :)
Sanki çok bir ürün varmış gibi elde, bir de editörlüğe başladım. NE İŞ OLSA YAPARIM hesabı... Çizerlerle, tasarımcılarla muhatap olmak da ayrı bir alana girmemi sağladı... Zor işler bu işler, sevmezsen yapamazsın...
Dediğim gibi ortada henüz elle tutulur birşey yok, ama iki mail hesabım da baştan sona, YAYINCI, EDİTÖR, TASARIMCI, ÇİZER mailleri ile dolu...
Çok şükür diyelim... Gayret bizden, başarı Allah'tan diyelim
Benim için yeni yıl, eylülde başlar, eğitim öğretimin başlamasıyla... Bu yıllardır böyle... Kendime yeni kararlar alırım, hedefler koyarım falan..
Galiba iki senedir izinde olmam hasebiyle ilk defa bu değişti. 7 yaşımdan beri olagelen bu EYLÜL muhabbeti olmadı. Ondan mıdır nedendir bilmem, ben de 2017 nin muhasebesini yapar oldum...
Neyse efendim sadede gelirsek, 2017 de evdeydim, Ceylan'ın kitabı gibi EVDEYİM OTURUYORUM du durum... Bu arada hep bir yazmalar, çizmeler, mail yollamalar, cevap beklemeler falan.... Ne yazık ki hala elimde tutabildiğim basılı bir kitabım yok ama çok yaklaştım hissediyorum! 2018 bekle beni geliyoruuumm! Ay hadi inşallah :)
Sanki çok bir ürün varmış gibi elde, bir de editörlüğe başladım. NE İŞ OLSA YAPARIM hesabı... Çizerlerle, tasarımcılarla muhatap olmak da ayrı bir alana girmemi sağladı... Zor işler bu işler, sevmezsen yapamazsın...
Dediğim gibi ortada henüz elle tutulur birşey yok, ama iki mail hesabım da baştan sona, YAYINCI, EDİTÖR, TASARIMCI, ÇİZER mailleri ile dolu...
Çok şükür diyelim... Gayret bizden, başarı Allah'tan diyelim
5 Ocak 2018 Cuma
az da olsa yaz
Bu akşam oğlan tutturdu masal anlat diye. Aslında itiraf edeyim ilk önce ben dedim, sana masal anlatayım diye. Elimi verince kolumu kaptırdım lakin...
Önce kaleme aldığım, basılmasını 44 gözle beklediğim bir kaç masalımdan anlattım. Sonra tabi yine başladım uydurmaya, göbekli askeri anlat dedi. Anlattım, çok da güzel oldu bence... Güya oğlan benle dalga geçiyor "Anne su şişesini anlat." dedi. valla onu da anlattım. Hatta unutmadan not alayım bir kenara, baya baya oldu gibi :)
Uzun süredir oğlana masal anlatmıyordum, demek ki arada zoraki de olsa anlatmak, uydurmak lazım.
Göbekli asker ne mi yapıyor? Sonunda göbeğiyle anlaşma imzalıyorlar :) mutlu son. Ama onu sevmedi oğlan, uzlaşmadan yana değil. Komiklikten yana daha çok.
NOT: Neden yazdım? Neden yazmayayım ki? Burası benim blogum. Burada benim sözüm geçer. Heyyyt!
Önce kaleme aldığım, basılmasını 44 gözle beklediğim bir kaç masalımdan anlattım. Sonra tabi yine başladım uydurmaya, göbekli askeri anlat dedi. Anlattım, çok da güzel oldu bence... Güya oğlan benle dalga geçiyor "Anne su şişesini anlat." dedi. valla onu da anlattım. Hatta unutmadan not alayım bir kenara, baya baya oldu gibi :)
Uzun süredir oğlana masal anlatmıyordum, demek ki arada zoraki de olsa anlatmak, uydurmak lazım.
Göbekli asker ne mi yapıyor? Sonunda göbeğiyle anlaşma imzalıyorlar :) mutlu son. Ama onu sevmedi oğlan, uzlaşmadan yana değil. Komiklikten yana daha çok.
NOT: Neden yazdım? Neden yazmayayım ki? Burası benim blogum. Burada benim sözüm geçer. Heyyyt!
4 Ocak 2018 Perşembe
Başlıksız Yazı
"Eskiden burası hep dutluktu" diye bir klişe vardır ya, işte bunun tam tersi şuan blog dünyası için geçerli. Şu an burası dutluk, ben bunun farkındayım, ama yine de ısrarla yazmak istiyorum.
Niye yazmak istediğimi bilmesem de, insanlar okusun mu istiyorum yoksa okumasın mı istiyorum bilmesem de... Galiba yazmak için yazmak ve entere basıp web aleminin sonsuzluğuna yollamak. Neden bir deftere değil de buraya yazmak istemiş olduğum konusunu da psikologlar falan incelesin, açıklasın bir zahmet. Her yere ben yetemem.
Sebeb-i ziyaretim tabi ki yine dert, tasa, depresyon vb. duygularıyla dolu dolu olmam. Aslına bakarsanız nasıl ki, instagram'da herkesler MUTLULUK OYUNU oynama derdinde, en en en mutlu, huzurlu anları fotolayıp yollama ve hatta belki de sadece mutluyMUŞ gibi gibi bir konsept oluşturmanın derdindeyse, burası da benim için tam tersi bir anlam taşıyor. Siniri, stresi klavyeye var gücümle basarak rahatlama yeri görevi görüyor. Dolayısıyla burada genelde KARAMSAR, OLUMSUZ, ELEŞTİRİ ağırlıklı yazılar yer alıyor. Ama olsun de mi? Hayatın ne kadarı toz pembe ki? O pembik geberik gelinlerin kurguladığı "mutluluk yuvaları" yalanına inanmıyorum. Yok öyle bir dünya. Varsa varsa sadece bir instagram karesi kadar gerçekliği var, o kadar.
Farkettiniz mi bilmem ama bu yazının ana fikri yok! İçimden geldiği gibi, akışına bırakılmış tarzda bir şeyler işte. İsterseniz "hasta olan bebeği tüm gece ve gündüz kendine yapışık yaşayan annenin içini döküşü" deyin, isterseniz "Başket'te oturup da her türlü sosyal kültürel imkandan mahrum kalan kadının isyanı" deyin, isterseniz de "ev hanımı olmayı beceremeyen ama aslında ev hanımı olan kadının karalamaları" deyin. Birşey demek de zorunda değilsiniz. Çok da tın, çok da fifi zaten... Yani neden bir ana fikir arayışı, neden bir başlık bulma kaygısı? Mürekkep yalamışız ya güya... her yerde belli edicez "ana fikirsiz yazı olmaz, cık cık cık", "hele başlıksız yazı, cısss"
Sanki bu aralar buraya takılacak gibiyim gibi bir his var gibi sanki içimde gibime geliyor... Oh be ne güzelmiş şöyle saçmalayarak yazmak! Aynı kelimeyi bırak aynı paragrafta, aynı cümlede defalarca kullanmak! Yaşasın özgürlük! Yehuuu tutmayın beniiğğğ!!!
şuan anlam veremedğim bir nokta da neden sürekli beynimde Serdar Ortaç'tan (ki hiç sevmem kendilerini, yani kendisini tanımam da şarkılarını) "çekemiyorlar bizi, kıskanıyorlar bizi" mısraları dolanıp duruyor (ki zaten şarkının sadece burasını biliyorum.) Neyse sanırsam ki çok fazla instagramda kendince atar yapan hesaplara maruz kaldım...
Neyse, kalın sağlıcakla, sallanın salıncakla...
Niye yazmak istediğimi bilmesem de, insanlar okusun mu istiyorum yoksa okumasın mı istiyorum bilmesem de... Galiba yazmak için yazmak ve entere basıp web aleminin sonsuzluğuna yollamak. Neden bir deftere değil de buraya yazmak istemiş olduğum konusunu da psikologlar falan incelesin, açıklasın bir zahmet. Her yere ben yetemem.
Sebeb-i ziyaretim tabi ki yine dert, tasa, depresyon vb. duygularıyla dolu dolu olmam. Aslına bakarsanız nasıl ki, instagram'da herkesler MUTLULUK OYUNU oynama derdinde, en en en mutlu, huzurlu anları fotolayıp yollama ve hatta belki de sadece mutluyMUŞ gibi gibi bir konsept oluşturmanın derdindeyse, burası da benim için tam tersi bir anlam taşıyor. Siniri, stresi klavyeye var gücümle basarak rahatlama yeri görevi görüyor. Dolayısıyla burada genelde KARAMSAR, OLUMSUZ, ELEŞTİRİ ağırlıklı yazılar yer alıyor. Ama olsun de mi? Hayatın ne kadarı toz pembe ki? O pembik geberik gelinlerin kurguladığı "mutluluk yuvaları" yalanına inanmıyorum. Yok öyle bir dünya. Varsa varsa sadece bir instagram karesi kadar gerçekliği var, o kadar.
Farkettiniz mi bilmem ama bu yazının ana fikri yok! İçimden geldiği gibi, akışına bırakılmış tarzda bir şeyler işte. İsterseniz "hasta olan bebeği tüm gece ve gündüz kendine yapışık yaşayan annenin içini döküşü" deyin, isterseniz "Başket'te oturup da her türlü sosyal kültürel imkandan mahrum kalan kadının isyanı" deyin, isterseniz de "ev hanımı olmayı beceremeyen ama aslında ev hanımı olan kadının karalamaları" deyin. Birşey demek de zorunda değilsiniz. Çok da tın, çok da fifi zaten... Yani neden bir ana fikir arayışı, neden bir başlık bulma kaygısı? Mürekkep yalamışız ya güya... her yerde belli edicez "ana fikirsiz yazı olmaz, cık cık cık", "hele başlıksız yazı, cısss"
Sanki bu aralar buraya takılacak gibiyim gibi bir his var gibi sanki içimde gibime geliyor... Oh be ne güzelmiş şöyle saçmalayarak yazmak! Aynı kelimeyi bırak aynı paragrafta, aynı cümlede defalarca kullanmak! Yaşasın özgürlük! Yehuuu tutmayın beniiğğğ!!!
şuan anlam veremedğim bir nokta da neden sürekli beynimde Serdar Ortaç'tan (ki hiç sevmem kendilerini, yani kendisini tanımam da şarkılarını) "çekemiyorlar bizi, kıskanıyorlar bizi" mısraları dolanıp duruyor (ki zaten şarkının sadece burasını biliyorum.) Neyse sanırsam ki çok fazla instagramda kendince atar yapan hesaplara maruz kaldım...
Neyse, kalın sağlıcakla, sallanın salıncakla...
6 Aralık 2017 Çarşamba
gidememek ve düşündürdükleri
Hani geçen demiştim ya “ Haydi gel blogumuza geri dönelim” diye. Ha işte o yüzden geldim. İki gündür çocuklarsız takılabileceğim bir özgürlük alanım var. Ben bu fırsatı nasıl değerlendirdim bilin bakalım? Evde oturarak! Bilgisayar başında biraz mesai yaptım, tamam kabul, ama o kadarcık... İki gündür KAGEM’in gitmek istediğim iki programı oldu ve ben son 15 dakikaya kadar karar veremeyip son anda ikisine de GİTMEDİM! Bu gitmeme yada gidememe durumu bende sorgulamaya neden oldu. Gerçekten niye gitmedim? Aslına bakarsanız kendimce geçerli mazeretlerim belki de bahanelerim vardı. Hava çok soğuktu, hava karanlıktı, evimize ulaşım zordu, oğlanın ödevi vardı vb.
Eve, çocuklara hatta bir vucudu bulunmayan annelik kavramına yüklediğim anlamlar ve hisettiğim sorumluluklar mı beni alıkoydu? Yoksa yaşlandım ve tembelleştim mi? Yoksa eve çok mu alıştım? Peki gitmemekle çok mu kötü yaptım? Yoksa iyi mi yaptım?
İşte bu sorular kafamda dolanıyor. Oldukça içiçe geçmiş karmaşık durumlar olsa da tam bir cevabım yok. Ama şu bir gerçek ki “o eski halimden eser yok şimdi”. Belki bu derece değil ama baya değiştiğim gerçek. Peki bu değişim olumlu birşey mi? Bilmiyorum...
Yaklaşık iki senedir evdeyim, izindeyim. Henüz sıkılmaya fırsatım olmadı, öyle konu komşu gezmeye de... Nasıl bilmiyorum ama oldukça hızlı şekilde günler geçiyor... neyse... kendi kendime terapi yapıyorum. Şimdi gönlünce kültür sanat faaliyetlerine katılamıyorsun, evet, ama 12 sene sonra yanında evlatların olacak o gittiğin programlar değil diye
Heybemizi doldurmak gerektiği kanaatindeyim. Hele ki benim gibi birşeyler üretme derdinde biriyseniz bir yandan da beslenmeniz gerekiyor... O açıdan önemsiyorum seminerleri, söyleşileri, kitapları vb.
Neyse işte bugün de dertli anneden inleyen nameleri dinlediniz.. Kafada gezen tilki sayısı 150 falan, buraya düşen bir kaç tane...
16 Kasım 2017 Perşembe
Blogumuza Sahip Çıkalım!
Selamlar, bugün bir vesileyle uzun zamandır ayrı kaldığım bloguma girdim. Ta 2010 senesine kadar gittim, eski yazdıklarımı okudum. İşin aslı çok da beğendim :) İnsan ne yazdığını unutuyor bunca yıl geçince. En çok da neyi beğendim biliyor musunuz içimden geldiği gibi yazıvermişim, ona bayıldım! Buraya yazmadığım süreçte çok yerlere yazdım dergiler, web sayfaları, kitap bölümleri... Hatta yakında inşallah kendi kitabım da çıkacak :) ama işte diyorum ya hep bir kontrol mekanizması, bir 'aman ne derler?' düşüncesi.( Aç parantez. Bu cümleyi Master tezimi yazarken görüştüğüm Rasim Özdenören sarfetmişti... Bu sözsüz baskından kurtulmak için Mavera dergisini çıkarmaya karar verdiklerini söylemişti... Kapa parantez).
İşte bu anlamda bloglar özgür ortam. Diğer yazılarımda genelde konu belli, kazanım belli, hedef kitle belli, kontrol mekanizması her daim fazlasıyla mevcut... Kurallar kurallar, sıkıldım valla. Hele iki gündür bir akademik makale ile boğuşuyorum, şu APA sistemi canımı okudu, pilimi bitirdi, omuzumda kuluç yaptı, tutuldum kaldım...
En iyisi buraya yazmak yaw. Soranı yok edeni yok. İsteyen okur, istemeyen zaten okumaz.
Bence bloglara ve blogerlara sahip çıkalım. Arada espri yaptığıma bakmayın gayet ciddiyim.
İşte bu anlamda bloglar özgür ortam. Diğer yazılarımda genelde konu belli, kazanım belli, hedef kitle belli, kontrol mekanizması her daim fazlasıyla mevcut... Kurallar kurallar, sıkıldım valla. Hele iki gündür bir akademik makale ile boğuşuyorum, şu APA sistemi canımı okudu, pilimi bitirdi, omuzumda kuluç yaptı, tutuldum kaldım...
En iyisi buraya yazmak yaw. Soranı yok edeni yok. İsteyen okur, istemeyen zaten okumaz.
Bence bloglara ve blogerlara sahip çıkalım. Arada espri yaptığıma bakmayın gayet ciddiyim.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)